pamuk prenses ve yedi cüceler
bir varmış bir yokmuş.dünyaya şirin bir kız gelmiş.kömür gibi saçları,kiraz rengi kadar dudakları,beyaz tenli,mavi gözlü kız çocuğu dünyaya gelmiş.annesi ve babası babası kızın adına pamuk prenses koymuşlar annesi kısa bir sürede ölmüş.sonra babası başka bir kadınla evlenmiş.ama bu kadın çok kızgın bir kadındı.pamuk prenses hep korkuyomuş.günlerden bir gün pamuk prensesi öldürmeye kalkmış.üvey babaannesi asistanına pamuk prensesi ormana götür öldür demiş.asistanı pamuk prensesine dayanamamış.hayvanın kalbini götürmüş ve pamuk prenses ormanın içinde kaybolmuş gitmiş gitmiş bir ev görmüş.kapıya tık tık diye vurmuş.ve içerde hiç kimse yokmuş.girmiş ve hemen yatak aramaya başlamış.ve yatak bulmuş.yatmış sonra yedi cüceler gelmiş.ve yataklarına gitmişler çünkü çok yorgunlarmış gitmişler bi bakmışlar yatakta pamuk prenses endişelenmişşşş.aaaaaaaaaaa diye bağırmış.yedi cücelerde bağırmışaaaaaaaaaaaaaaa çok korkmuşlar.pamuk prenses
-merak etmeyin ben sizi öldürmem yemek yaparım yerleri silip süpürürüm demiş. -tamam demiş yedi cüceler...
gün doğmuş yedi cüceler iş başına gitmiş bu arada pamuk prenses yemek yapar yerleri siler süpürür sonra kapı çaldı tık tık tık pamuk prenses kimo dedi.yaşlı bir teyze çıktı ama bu üvey anneydi.zehirli bir elmayı ona yedittirdi pamuk prenses yere düştü.sonra yedi cüceler geldi ve o ölmüştü. sonra beyaz atlı prens pamuk prensesin anlından öptü ve pamuk prenses gözlerini açtı. düğün hazırlıklarına başladılar ve gün doğdu saat:12;yi vurdu düğün başladı.ve pamuk prenses le prens mutlu bir ömür yaşadılar.burdada masa bitti.
Atatürkün çocukluğu
Mustafa'nın kız kardeşi Makbule rahatsızlandığı için çiftlikte kalmıştı. Bugün Mustafa tek başına bakla tarlasında bekçilik yapacaktı. Şu karga kovalama işinin pek bir zorluğu kalmamıştı. Bakla tarlasına gelmeye başladığı ilk günlerde kargalar Mustafa'nın ne derece zorlu bir rakip olduğunu anlamışlar ve onun uyguladığı yöntemi müthiş bir mücadele örneği göstermelerine karşın boşa çıkaramamışlar, çekilip gitmişlerdi. Mustafa sabah erkenden bakla tarlasına gelince tarlanın tam ortasında bulunan kulübenin önüne bir sandalye çıkarıp oturdu. Aradan yarım saat geçmeden canı sıkılmaya başladı. Böyle boş oturmak O'na göre değildi. O, bir şeylerle meşgul olsun, bir işe yarasın, faydalı olsun isterdi. Dayısının bakla tarlasında bekçilik yapmakla bir işe yarıyordu, faydalı oluyordu, fakat bunlar yeterli miydi? Hayır, yeterli değildi. Ne yapabilirdi? Kulübede birkaç tane ders kitabı vardı. Kitap en iyi arkadaştı. Okurdun, öğrenirdin, fikirlerin gelişirdi. Mustafa bir kitap alıp okumaya başladı. Böylesi çok daha iyiydi, hem artık canı da sıkılmıyordu.
Aradan iki saat geçmişti. Mustafa ilerdeki tarlaların arasındaki patika yoldan yaşlı bir adamın geldiğini gördü. Yaşlı adamın yanında bir kuzu vardı. Onun gelip tarlanın kenarındaki bir ağacın altına oturmasını fırsat bilen Mustafa yerinden kalktı, kitabı kulübeye bıraktı ve yaşlı adamın yanına gitti. Mustafa söze şöyle bir giriş yaptı: “ Merhaba dede, nereye böyle?